Secopedia

Ev İçi Şiddet

Ev içi ya da aile içi şiddet, aile içinde bir tarafın güç ve tahakküm kurma amacıyla uyguladığı fiziksel, cinsel, duygusal, psikolojik ve ekonomik şiddet türüdür. Birleşmiş Milletler’in (BM) tanımına göre aile içi şiddet bir kişiyi yaralamak, suçlamak, incitmek, yönlendirmek, korkutmak, sindirmek ve aşağılamak gibi davranışları kapsamaktadır. Aile içi şiddet yaş, cinsiyet, cinsel yönelim, ırk ve […]

Yazıyı Paylaşın

Ev içi ya da aile içi şiddet, aile içinde bir tarafın güç ve tahakküm kurma amacıyla uyguladığı fiziksel, cinsel, duygusal, psikolojik ve ekonomik şiddet türüdür. Birleşmiş Milletler’in (BM) tanımına göre aile içi şiddet bir kişiyi yaralamak, suçlamak, incitmek, yönlendirmek, korkutmak, sindirmek ve aşağılamak gibi davranışları kapsamaktadır. Aile içi şiddet yaş, cinsiyet, cinsel yönelim, ırk ve dinden bağımsız olarak gerçekleşmektedir. İnsanların sosyo-ekonomik statüleri ve eğitim seviyeleriyle ilintili olmakla beraber kadın ve çocukları orantısız olarak etkilemektedir. Kadınlara yönelen aile içi şiddet genellikle eş veya birlikte yaşanan kişi tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu sebeple, aile içi şiddet genellikle birlikte yaşanan kişi şiddeti ile eşanlamlı kullanılabilmektedir. Bununla beraber, aile içi şiddet çok daha kapsamlı bir şiddet türü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Aile içi şiddet kamusal ve toplumsal yönleri olan ve sosyal, siyasi ve iktisadi kurumları kapsayan bir sorundur. Aile içi şiddet öncelikle bir toplum sağlığı sorunu olarak görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre aile içi şiddet intihar veya cinayet gibi ölümcül sonuçların yanı sıra fiziksel ve psikolojik sağlığın bozulmasına yol açabilmektedir dolayısıyla toplumsal sağlığa bir tehdit olarak görülmektedir. Aile içi şiddet ve siyaset ilişkisine bakıldığında ise kadın temsiliyetinin düşük olduğu siyasi yapılarda aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddete yönelik politikaların oluşturulmasında yetersiz kalındığı görülmektedir. Son olarak, aile içi şiddet iktisadi maliyeti olan bir olgudur. Aile içi şiddet kadınlar ve aileleri için kayıp gelire, iktisadi açıdan düşük verimliliğe ve ileriye dönük insan sermayesinde olumsuz etkiye yol açmaktadır.

Aile içi şiddetin anlaşılmasında başta psikolojik ve sosyolojik olmak üzere çeşitli perspektifler geliştirilmiştir. Psikoloji temelli perspektifler aile içi şiddetin araştırılmasında failin psikopatolojik durumuna odaklanması ve şiddete maruz kalan kadının mağdur ve edilgen bir şekilde ele alınması bakımından aile içi şiddetin toplumsal dinamiklerini göz ardı etmektedir. Şiddet sorununa daha kapsamlı yaklaşan sosyolojik bakış açısına göre ise aile içi şiddet toplumsal yapılarla yakından ilişkilidir. Aile kurumunun ne şekilde tanımlandığı, aile bireylerinin toplumsal rolleri ve kadınların toplumsal konumlarını belirleyen kültürel öğeler, aile içi şiddetin derecesi ve gerçekleşme şeklini etkilemektedir. Bu bakış açısıyla bağlantılı olarak feminist perspektif aile içi şiddeti ataerkil yapıların sonucu olarak görmektedir. Ataerkil yapılar, erkekleri güçlü, agresif ve karar alıcı olarak konumlandırmakta, kadınlar ise pasif, edilgen ve savunmasız olarak görülmektedir. Bu anlamda, erkekler ve kadınlar arasında toplumsal roller bakımından güç eşitsizliği mevcuttur. Kadınların toplumsal rolleri özel alana, yani aile içine sıkıştırılmıştır ve kamusal alan erkeklere ait olarak görülmektedir. Bu durum, cinsiyet eşitsizliğinin temelini oluşturmaktadır. Ataerkil toplumsal yapı içerisinde cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan cinsiyet temelli şiddet, dolayısıyla aile içi şiddet, yaygın olarak görülmektedir.

Kadınlar genellikle aile içi şiddet ortamından uzaklaşmakta zorlanmaktadır. Bunun sebepleri tehdit, sosyal destek eksikliği, ekonomik bağımlılık ve çocukların geleceği ile ilgili endişeler olabilmektedir. Geleneksel toplumlarda boşanan kadınlara yönelik toplumsal damgalama, kadınların aile içi şiddet sarmalından çıkamamalarının önemli bir sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tip toplumlarda ailesinin rızası dışında boşanan kadınlar şiddet görebilmekte ve namus cinayeti sebebiyle öldürülebilmektedir. Öte yandan, kadının eşine ekonomik olarak bağımlı olması ve devlet tarafından sağlanan sosyal desteğin eksikliği veya yokluğu, aile içi şiddetten uzaklaşamamanın nedenleri arasında sayılmaktadır. Kadınların eğitime erişiminin kısıtlı olduğu toplumlarda da ekonomik bağımlılık olasılığı çok yüksek olmakta, bu da kadının şiddet gördüğü ortamdan uzaklaşmasını engellemektedir.

Aile içi şiddet 20. yüzyılın sonlarına kadar özel alana müdahale edilemeyeceği anlayışıyla devlet ve toplum tarafından görünmeyen bir şiddet biçimiydi. Toplumsal cinsiyet anlayışında gerçekleşen gelişmeler ve feminist akımların güçlenmesi ile aile içi şiddet daha kapsamlı biçimde ele alınmaya ve araştırılmaya başlanmıştır. Buna, uluslararası hukuki gelişmeler de eşlik etmiştir. 1993 yılında kabul edilen BM Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi Bildirgesi uluslararası alanda kadına yönelik şiddeti durdurmak amacıyla yayımlanan temel bir uluslararası sözleşmedir. Bu bildirge, kadına yönelik şiddeti gerek kamusal gerek özel alanda gerçekleştirilen bir şiddet biçimi olarak tanımlayarak özel alanı da uluslararası hukukun konusu haline getirmiştir. Aynı zamanda, kadına yönelik ev içi şiddeti geniş anlamda değerlendirerek, evlilik içi tecavüz, kız çocuklarına yönelik cinsel şiddet, kliteridektomi benzeri cinsel organa yapılan müdahaleler gibi şiddet türlerini aile içinde uygulanabilen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet türleri kapsamına almıştır. Aile içi şiddetin çoğunlukla kadına yönelik şiddet şeklinde gerçekleşmesi bu hukuki gelişmeleri özellikle kadınların maruz kaldıkları şiddet türlerine dikkat çekmeye yöneltmiştir.

Kadına yönelik şiddet ile ilgili en kapsamlı uluslararası sözleşme, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir. Daha yaygın olarak bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve mücadele amacıyla temel standartları ve devletlerin yükümlüklerini belirleyen bir uluslararası insan hakları sözleşmesidir. İstanbul Sözleşmesi 45 ülke ve Avrupa Birliği’nin (AB) katılımıyla 2011 yılında imzalanmış ve 2014 yılında yürürlüğe girmiştir. Sözleşme’nin amaçları arasında kadınları her türlü şiddetten korumak, kadınlara yönelik ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak, ev içi şiddet mağdurlarının korunması ve kadınlara yardım edilmesi için kapsamlı politikalar geliştirmek, kadınlara yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti ortadan kaldırmak amacıyla uluslararası işbirliğini teşvik etmek bulunmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nin denetim organı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubu’dur. Bu organ, ülkelerin sözleşmeyi uygun şekilde hayata geçirip geçirmediklerini denetlemek, sözleşme uyarınca hayata geçirilmesi gereken düzenlemeler ile ilgili önerilerde bulunmak amacıyla oluşturulmuştur.

İstanbul Sözleşmesi son yıllarda imzacı ülkeler tarafından artan bir şekilde eleştirilere konu olmuştur. Dünyada son yıllarda yaygınlaşan demokratik gerilemeye paralel olarak kadın hakları alanında da gerileme olduğu gözlemlenmektedir. İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik eleştiriler de bu gerileme çerçevesinde tartışılabilir. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden resmi olarak 2021 yılında ayrılan ilk ülke olmuştur. Sözleşmeye taraf olan ülkelerden Macaristan sözleşmeyi onaylamaktan 2020 yılında vazgeçmiş ve Polonya 2021 yılında sözleşmeyi uygulamayacağını duyurmuştur. Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan, Letonya, Litvanya ve Slovakya sözleşmeye taraf olmalarına rağmen sözleşmeyi imzalamayan AB ülkeleridir. Sözleşmeyi eleştiren ülkeler bu tutumlarını aile kurumunu ve değerlerini korumak amacıyla gerçekleştirdiklerini savunmaktadırlar. Ayrıca sözleşmenin cinsiyet rollerini temel aldığı için kadın ve erkekler arasındaki biyolojik farklılıkları ortadan kaldırmaya yönelik olduğu ve geleneksel aile değerlerini yıprattığı yönünde de eleştiriler yapılmaktadır. Söz konusu iddialar, kadın örgütleri, insan hakları savunucuları ve feminist sivil toplum örgütleri tarafından eleştirilmekte ve farklı ülkelerde yaygın şekilde İstanbul Sözleşmesi’ni destekleyici protestolar düzenlenmektedir.

Öte yandan aile içi şiddet oranlarında son yıllarda tüm dünyada artış gözlemlenmektedir. Örneğin 2020-2022 yılları arasında Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) pandemi olarak tanımladığı Covid-19 salgını aile içi şiddet vakalarının arttığı bir dönem olmuştur. DSÖ, bu artışın Türkiye’nin de parçası olduğu Akdeniz bölgesinde yüzde elli civarında olduğunu aktarmıştır. Pandemi döneminde virüsün yayılma hızını kontrol altına almak amacıyla gerçekleştirilen izolasyon, hareket kısıtlılığı ve evde kalma gibi tedbirlerin, bu artışta etkili olduğu belirtilmektedir. Ev içi stres, pandemide yaşanan ekonomik daralma ve iş kayıplarıyla daha da ön plana çıkmış ve ev içi şiddet vakalarında artışa sebep olmuştur. Bu durumdan, kadınlar, çocuklar ve engelli bireyler daha yüksek oranda etkilenmiştir.

Aile içi şiddetin azaltılması için kapsamlı ulusal ve uluslararası politikaların ortaya konması gerekmektedir. Kadının toplumsal konumunun güçlendirilmesi, kamusal hayata katılımını destekleyen sosyal ve iktisadi politikaların geliştirilmesi aile içi şiddetin azaltılması için gerekli temel adımlardır. Kadınların siyasetteki temsilinin kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemede etkili olduğu, pek çok çalışma tarafından saptanmıştır. Ulusal ve uluslararası eylem planlarıyla toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve çoklu mağduriyetler (mültecilik, etnik veya dini azınlığa mensup olma, cinsel yönelim gibi) göz önünde bulundurularak politikaların geliştirilmesi de ev içi şiddet oranlarının düşürülmesi açısından merkezi öneme sahiptir.

Okuma önerileri

Uluslararası Belge: Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi), 2011, https://www.coe.int/en/web/istanbul-convention

Kitap: Jackson, Nicky A., Encyclopedia of Domestic Violence, Londra, Routledge, 2007.

Makale: Acar, Feride ve Gülbanu Altunok, “The ‘Politics of Intimate’ at the Intersection of Neo-liberalism and Neo-conservatism in Contemporary Turkey”, Women’s Studies International Forum, Cilt 41 (1), 2013: 14-23.

İzleme önerileri

Film: Duvara Karşı (2004), Fatih Akın, Bavaria Film International

Film: I, Tonya (2017), Craig Gillespie, LuckyChap Entertainment

Dizi: The People vs. O. J. Simpson: American Crime Story, Ryan Murphy ve Anthony Hemingway ve John Singleton, FX Productions

Yazıyı Paylaşın
Esra Dilek

Esra Dilek, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde misafir öğretim üyesidir. Fulbright Bursunu Ocak 2022’de Washington DC’deki George Mason Üniversitesi’ndeki Carter Barış ve Çatışma Çözümü Okulu’nda tamamladı. Doktora derecesini 2019 yılında Bilkent Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi alanında aldı. 2016-2017 döneminde, Denver Üniversitesi Josef Korbel Uluslararası Çalışmalar Okulu’nda, Çatışma Çözümü Enstitüsü’nde doktora öncesi araştırmacı olarak çalıştı.

Dilek’in araştırması uluslararası normlara, barış süreçlerine ve daha yakın zamanda illiberalizm ile arabuluculuk kesişimine odaklanıyor. Dilek; Türkiye, Kolombiya ve Gürcistan’da ağırlıklı olarak siyasi karar alıcılar ve sivil toplum temsilcileriyle uzun ve kısa vadeli saha araştırmaları yürütmüştür. Makaleleri; Güneydoğu Avrupa ve Karadeniz Çalışmaları, Barış İnşası ve Orta Doğu Çalışmaları gibi akademik dergilerde yayınlandı.

Infocast Projesi
Geleneksel Olmayan Güvenlik Çalışmaları
2024 © Global Academy. Tüm hakları saklıdır. Secopedia’da yayımlanan çalışmalarda ifade edilen görüşler yalnızca katkı verenlere aittir ve portal editörleri, yayın kurulu, Global Academy veya UİK tarafından onaylandığı anlamına gelmez.
© Global Academy. All rights reserved. Opinions expressed in works published by Secopedia belong to the contributors and do not imply endorsement by the Global Academy, IRCT, Editorial Board, or the Editors.
2024 © Global Academy. Tüm hakları saklıdır. Designed and developed by brain.work