Uluslararası ilişkiler literatüründe 1990’ların ikinci yarısından itibaren Ole Weaver tarafından geliştirilen güvenlikleştirme kavramı, güvenlik tehditlerinin nasıl inşa edildiğini üzerinde durur. İnşa sürecinin nasıl ve hangi araçlarla yürütüldüğü, tehdidin kim veya kimler tarafından tanımlandığı, tehdidin niteliği, hedef kitlenin tehdidin varlığına inandırılması ve tehditle alakalı olağanüstü önlemlere başvurulması güvenlikleştirme sürecinde ön plana çıkan unsurlardır. Bu bağlamda güvenlikleştirme, […]
Bu İçeriği Paylaşın
Share
Facebook
Twitter
LinkedIn
Email
Uluslararası ilişkiler literatüründe 1990’ların ikinci yarısından itibaren Ole Weaver tarafından geliştirilen güvenlikleştirme kavramı, güvenlik tehditlerinin nasıl inşa edildiğini üzerinde durur. İnşa sürecinin nasıl ve hangi araçlarla yürütüldüğü, tehdidin kim veya kimler tarafından tanımlandığı, tehdidin niteliği, hedef kitlenin tehdidin varlığına inandırılması ve tehditle alakalı olağanüstü önlemlere başvurulması güvenlikleştirme sürecinde ön plana çıkan unsurlardır. Bu bağlamda güvenlikleştirme, herhangi bir konunun, olayın, kişinin veya nesnenin söz-edim yoluyla varoluşsal bir güvenlik tehdidi haline getirilmesi/sunulması ve hedef bir kitlenin bu doğrultuda ikna edilmesi sürecine verilen isimdir.
Söz-edim metodu dil kuramlarından esinlenilmiş bir metot olup, sözler yoluyla bir anlam inşa etmeyi yani aslında bir eylemi işaret etmektedir. Bu noktada dil sadece bir iletişimin aracı olmaktan çıkar ve söylem aracılığı ile bir şey de yapılmış olur. Dolayısıyla bir konudan güvenlik tehdidi olarak bahsedilmesi veya konunun bir güvenlik sorunu olarak sunulması o konuya söz-edim yoluyla bir anlam yükler ve bu da tehdit inşasıdır. Ancak söz-edim, sadece konuya anlam kazandırmakla kalmayıp aynı zamanda bir konuyu güvenlik konusu haline getiren eylemin de ta kendisidir ve bu eylem yoluyla bir gerçeklik inşa edilir.
Güvenlikleştirme sürecini doğrusal bir düzlemde açıklayan yaklaşıma göre herhangi bir konu güvenlik tehdidi olarak tanımlanmadan önce politika alanının dışındadır. Yani yerel veya merkezi düzeydeki karar alıcıların ortak bir karar vermelerini, tedbirler almalarını gerektirmeyen bir alandadır. Konunun politika alanına taşınması veya politize edilmesi ise yerel veya merkezi hükümetlerin karar almalarını ve kaynak aktarmalarını gerektirecek bir konuma getirilmesi anlamına gelmektedir. Konu politika alanından güvenlik alanına taşındığında ise artık varoluşsal bir tehdit olarak sunulmakta ve tehdidin bertaraf edilmesi için olağanüstü önlemler alınması gerekmektedir. Eğer hedef kitle tehdidin varoluşsal olduğuna ikna edilmişse alınacak olağanüstü tedbirleri de onaylayacaktır ve bu sayede güvenlikleştirme süreci başarıya ulaşmış demektir.
Güvenlikleştirme sürecinin en önemli unsurları güvenlikleştirici aktörlerdir. Bir konunun varoluşsal bir güvenlik tehdidi olarak tanımlanmasında hayati öneme sahip olan bu aktörler hedef kitleyi ikna etmekte önemli bir ol üstlenirler. Siyasetçiler, sivil ve askeri bürokrasi, yerel ve bölgesel düzeyde karar alma süreçlerini etkileme kabiliyetine sahip kişiler güvenlikleştirici aktörler olarak kabul edilir. Bu aktörlerin söz-edim yoluyla dahil oldukları güvenlikleştirme süreçlerinin başarılı olabileceği gibi başarısız olma ihtimali de vardır.
Gerçekliğin söz-edimle inşa edildiğini iddia etmek, aynı zamanda güvenliğin ve güvenliğe yönelik tehditlerin objektif mi yoksa tanımlayana bağlı olarak değişebilen bir sübjektiflik mi içerdiği tartışmasını gündeme taşımaktadır. Güvenlikleştirme yaklaşımına göre gerçeklik inşası tek taraflı sürdürülen bir süreç değildir. Yani tehditlerin birileri tarafından tanımlanması yeterli olmayıp aynı zamanda hedeflenen kitlenin de bu duruma ikna olması gerekmektedir. Bu süreç her iki tarafın da katıldığı ve birlikte rol aldığı bir karşılıklı gerçeklik inşasına işaret etmektedir.
Bir konunun söz-edim yoluyla güvenlik tehdidi haline dönüşmesi için tehdidin niteliği de çok çok önemlidir. Güvenlikleştirme yaklaşımına göre tehdit inşa edilirken korunması amaçlanan nesneye yönelik varoluşsal bir tehdit olarak tanımlanırsa, güvenlikleştirme sürecinin başarılı olma şansı çok daha yüksektir. Bu noktada tehdidin gerçekleşme olasılığının düşük olmasının veya uzak/yakın tehdit olmasının çok da önemi yoktur. Eğer ki tehdit devletin, yurttaşların, doğanın, ekonominin, rejimin veya korunması amaçlanan herhangi bir başka nesnenin varlığını tehdit eden bir niteliğe sahipse ikna ediciliği yüksek olacaktır. Hedef kitlenin ikna edilmesinin önemi büyüktür çünkü normal şartlar altında kabul edilemeyecek vergi artırımları ya da kişisel hak ve özgürlüklerin geçici bir süre kısıtlanması gibi olağanüstü tedbirlere ancak ikna olurlarsa rıza göstereceklerdir.
Güvenlikleştirmenin hem olumlu hem de olumsuz yönleri bulunmaktadır. Olumlu yönlerine bakıldığında yıllarca göz ardı edilmiş, politika gündemine girememiş, ikincil öneme sahip konular olarak görülmüş konuların güvenlikleştirme sürecinde önemsenmeye başlanmaları göze çarpmaktadır. Örneğin çevresel bozulma ve iklim değişikliği uzunca bir süre ulusal ve uluslararası güvenlik gündeminin bir konusu olmamıştır. Özellikle Soğuk Savaş döneminde nükleer ve konvansiyonel silahların gölgesinde oluşan güvenlik gündeminde çevresel bozulmaya ait başlıklarla pek de yer yoktu ve bu konular yeterince önemsenmiyordu. Soğuk Savaş’ın ardından iklim değişikliğinin güvenlikleştirilmesi, konunun ulusal ve uluslararası anlamda seferber edici bir etki yaratmasını sağladı. Ülkeler bazında alınan ve uygulamaya geçilen kararların yanı sıra, vergilendirme, üretim kalıplarının değiştirilmesi ve yenilenebilir enerjiye büyük bütçelerin ayrılması için uluslararası eylem planları oluşturuldu.
Güvenlikleştirme sürecinin olumsuz yönlerine bakıldığında ilk olarak sürecin istismar edilme olasılığı karşımıza çıkmaktadır. Otoriter liderler ya da baskıcı rejimlerin muhaliflerini veya başka ülkeleri ulusal güvenliğe yönelik varoluşsal bir tehdit olarak sunmaları ve hedef kitlelerini ikna etmeleri mümkündür. Güvenlikleştirme süreci bu anlamda demokrasiden uzaklaşma, temel hak ve özgürlüklerin askıya alınması, baskı ve sansür gibi normal şartlar altında gündeme alınamayacak tedbirlerin toplumsal kabul görmesine ve meşrulaşmasına yol açabilir.
Güvenlikleştirmenin bir başka olumsuz yönü, politik, ekonomik ve sosyal çözümler gerektiren konuları güvenlik alanına taşıyarak askeri ve polisiye tedbirlerin öncelemesidir. Bu konudaki en iyi örnek belki de göç konusudur. Göç, sosyo-ekonomik ve kültürel nedenleri ile çok farklı yaklaşım ve çözüm modelleri gerektiren bir toplumsal olgudur. Ancak göç meselesinin bir güvenlik tehdidi olarak sunulması politik, ekonomik ve sosyal çözüm önerilerini arka plana atarken, sınırların korunması, güvenlik kuvvetlerinin güçlendirilmesi, izleme-gözetleme ekipmanlarının arttırılması ve modernizasyonu, polisiye operasyonlara bütçe ayrılması gibi tedbirleri ön plana çıkartmaktadır. Öte yandan yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi hareketler de yine göçün güvenlikleştirilmesinin neticesinde kuvvetlenebilirler.
Daha fazlası için:
Okuma Önerileri:
Kitap: Barry Buzan, Ole Wæver ve Jaap De Wilde, Security: A New Framework for Analysis, Boulder, Lynne Rienner Publishers, 1998.
Makale: Başar Baysal, “Güvenlikleştirmenin 20 Yılı: Gücü, Sınırları ve Yeni Bir İkili Analiz Çerçevesi”, Uİ Dergisi, Cilt 17, No. 67, 2020, s. 3-20.
Makale: Ole Waever, “Securitization and Desecuritization”, Ronnie D. Lipschutz (der.), On Security, New York, Columbia University Press, 1995, s. 46-86.
Makale: Rita Taureck, “Securitization theory and securitization studies”, Journal of International relations and Development, Vol. 9, No. 1, 2006, s. 53-61.
Makale: Sinem Akgül-Açıkmeşe, “Algı mı, Söylem mi? Kopenhag Okulu ve Yeni-Klasik Gerçekçilikte Güvenlik Tehditleri”, Uİ Dergisi, Cilt 8, No. 30, 2011, s. 43-73.
Doç.Dr. Şevket Ovalı, Lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 1996 yılında tamamlamıştır. Yüksek lisans derecesini Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan, doktora derecesini ise Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Anabilim Dalı’ndan alan Doç Dr. Ovalı, 2004’ten bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Bir süre Hollanda Maastricht University College’da lisans ve lisansüstü dersler veren Ovalı’nın başlıca çalışma alanları, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, Türk-Yunan ilişkileri ve Türk-Amerikan ilişkileridir. Doç. Dr. Ovalı, 2010’dan beri Uluslararası İlişkiler Dergisi’nin editörü olarak görev yapmaktadır.