Uluslararası güvenlik çalışmalarında korsanlık ve deniz haydutluğu çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılan kavramlar olsa da ikisi arasında önemli bir fark vardır. Korsanlık, bir devlet tarafından yetkilendirilen ve o devlet adına hem savaşan hem de düşman devletlerin ticari gemilerini yağmalayanların faaliyetlerine karşılık gelen bir kavram olmuştur. İngilizcede privateering olarak adlandırılan korsanlık ile ülkeler korsan gemileri ve […]
Bu İçeriği Paylaşın
Share
Facebook
Twitter
LinkedIn
Email
Uluslararası güvenlik çalışmalarında korsanlık ve deniz haydutluğu çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılan kavramlar olsa da ikisi arasında önemli bir fark vardır. Korsanlık, bir devlet tarafından yetkilendirilen ve o devlet adına hem savaşan hem de düşman devletlerin ticari gemilerini yağmalayanların faaliyetlerine karşılık gelen bir kavram olmuştur. İngilizcede privateering olarak adlandırılan korsanlık ile ülkeler korsan gemileri ve mürettebatını yetkilendirerek kendi donanmalarına katıyorlardı. 13. Yüzyıldan 19. Yüzyılın ortalarına kadar devletler, yetki verdikleri korsanlar aracılığı ile kendi başlarına elde edemedikleri deniz kuvvetlerine sahip olmuşlardı. Ancak zaman içerisinde korsanlık faaliyetlerinin kontrol edilmesinde yaşanan güçlükler, devletleri pek de güvenilir olmayan bu yöntemden uzaklaştırmıştı. Korsanlar çoğu zaman kendi kişisel çıkarları için seferler düzenliyor, orduların emir-komuta zincirinin dışına çıkıyor ve yetki veren devleti zor durumda bırakacak eylemlere girişiyorlardı. Durumdan rahatsızlık duyan ve büyük donanmalara sahip İngiltere ve Fransa’nın başı çektiği bir grup devlet 19.yüzyılın ortalarında korsanlığın yasaklanması için çeşitli çağrılarda bulunmuşlardır. Nihayetinde 1856 Paris Deklarasyonu ile korsanlık yasaklanmıştır.
Korsanlığın yasaklanması deniz haydutluğunun da ortadan kalkması anlamına gelmemektedir. Uzun yıllar, devletlerin hükümranlık alanı dışında kalan veya ulusal/uluslararası kontrolün son derece güç ve sınırlı olduğu alanlarda deniz haydutluğu sürmüştür. Deniz haydutluğunun en net tanımı ise 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile yapılmıştır. Sözleşmeye göre deniz haydutluğu, özel bir gemi veya uçağın yolcuları veya personeli tarafından, açık denizde veya devletlerin hükümranlık alanının dışında kalan yerlerde bir başka gemiye veya uçağa veya bunlardaki şahıslara veya mallara karşı şahsi amaçlarla işlenen her türlü yasa dışı şiddet, alıkoyma, tahribat veya yağma eylemidir. Bu tanıma göre deniz haydutluğunu korsanlıktan farklı kılan en önemli nokta, suçu işleyenlerin şahsi motivasyonlarla ve kendi adlarına bahsi geçen eylemlerde bulunmalarıdır.
Deniz haydutluğu 1990’a kadar uluslararası güvenliğin öncelikli gündem maddelerinden biri değildi. Bir başka deyişle bazı bölgelerde tek tük gerçekleşen olaylar, uluslararası güvenliği ve ticareti tehdit edecek boyuta ulaşmadığından kapsamlı bir kolektif mücadeleye ihtiyaç duyulmamıştı. Ancak 21.yüzyılla birlikte deniz haydutluğu vakalarının sayısında hızlı bir artış gözlenmiştir. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisinin açıkladığı verilere göre 2000 ile 2004 arasında, yıl başına 350 ila 450 arasında deniz haydutluğu vakası rapor edilmiştir. Bu sayılar 2005’ten itibaren düşüş gösterse de 2010-2011’de tekrar yükselmiş ve 2012’den itibaren bir düşüş trendine girmiştir. 2016 sonunda neredeyse kökü kazınan deniz haydutluğu artık uluslararası ticaret için ciddi bir tehdit olmaktan çıkmıştır. Öte yandan Uluslararası Denizcilik Bürosu 2020’nin ilk dokuz ayı itibariyle 132 deniz haydutluğu vakasının rapor edildiğini bildirmektedir. Bu saldırıların büyük ölçekli maddi ve insani kayıplara neden olmaması önemliyse de tehdidin tamamen ortadan kaldırılamadığı da bilinmektedir.
Son 20 yılda deniz haydutluğu vakaları ağırlıklı olarak Aden Körfezi ile Somali açıklarında gerçekleşmiştir. Bu bölgeyi Güneydoğu Asya’daki Vietnam-Malezya-Endonezya arasındaki bölge, Batı Afrika’daki Gine Körfezi, Hint Okyanusu’nun kuzey doğu uzantısı olan Bengal Körfezi ve Karayipler izlemektedir. Somali kaynaklı vakaların bu kadar çok olmasının siyasi ve ekonomik sebepleri vardır. 1991’de hükümetin devrilmesinin ardından devletin ortadan kalktığı Somali, yıllar süren kabile savaşları, köktendinci ayaklanmalar ve terör faaliyetlerinin merkezi haline gelmiştir. Devlet otoritesinin neredeyse hiç olmadığı bölge, uzunca bir süre yasadışı faaliyetler ve deniz haydutluğunun da merkezi olmuştur. Çeşitli kaynaklara göre 2013 itibariyle sadece Somali’den kaynaklanan deniz haydutluğu vakalarının dünyaya toplam maliyeti 18 milyar dolar civarındadır.
Deniz haydutluğu, özellikle devlet otoritesinin zayıf olduğu alanlarda veya devletlerin hükümranlık alanlarının dışında gerçekleştiğinden bu tehditle mücadele uluslararası işbirliği gerektirmektedir. Deniz haydutluğu ile mücadelede uluslararası işbirliği ve koordinasyonun adresi ise bölgesel örgütler olmuştur. Bu konuda AB ve NATO tarafından yürütülen operasyonların deniz haydutluğu ile mücadelede önemli kazanımlar sağladığı bilinmektedir. AB cephesinde bu konudaki en somut adım 2008’de Avrupa Birliği Deniz Kuvvetleri (EUNAVFOR)’un kurulması ve Somali’de deniz haydutluğu ile mücadele kapsamında görevlendirilmesi ile atılmıştır. 2008’den bu yana Atalanta Operasyonu adı altında deniz haydutluğu tehdidini bertaraf etmeyi amaçlayan AB, en son 2018’de yapılan uzatmayla misyonun görev süresini 2020 Aralık ayına kadar uzatmıştır. AB Deniz Kuvvetlerinin görev yaptığı bölgede Ocak 2011’de haydutların elinde 736 rehine ve 32 gemi bulunurken bu rakam 2016 Ekim itibariyle sıfıra inmiş ve bu durum 2019 sonuna kadar sürmüştür.
NATO, deniz haydutluğu ile mücadelede ön plana çıkan bir başka örgüttür. 2008’de Birleşmiş Milletlerin talebi üzerine Afrika Boynuzu olarak tanımlanan bölgenin açıkları, Aden Körfezi ve Hint Okyanusunda, deniz haydutluğu ile mücadele kapsamında tüm uluslararası çabaları destekleyen NATO iki kısa süreli operasyon yürütmüştür. 2008’deki ilk operasyonun amacı tehlikeli sularda seyir yapan Dünya Gıda Programı gemilerine eskortluk yaparak güvenli bir şekilde seyretmelerini sağlamaktır. 2009’da bölge güvenliğine katkı sağlamak ve deniz haydutlarını caydırmak amacıyla yaklaşık 7 yıl sürecek Okyanus Kalkanı Operasyonu’nu başlatan NATO 2012’den sonra başarılı olan herhangi bir haydutluk saldırı yaşanmaması üzerine 2016’da bu operasyonu sonlandırmıştır. Türk Deniz Kuvvetlerinin de aktif katkı sağladığı bu operasyon sadece deniz haydutluğu vakalarının sona erdirilmesini sağlamakla kalmamış aynı zamanda bölge ülkelerinin deniz haydutluğu ile mücadele alanında kapasite geliştirmelerimi destekleyerek bölge güvenliğine kalıcı bir katkı sağlamıştır.
Daha fazlası için:
Okuma Önerileri:
Kitap: Peter Lehr, Violence at sea: piracy in the age of global terrorism, New York, Routledge, 2006.
Makale:Carmen Gebhard ve Simon J. Smith, “The two faces of EU–NATO cooperation: Counter-piracy operations off the Somali coast”, Cooperation and Conflict, Cilt 50, No. 1, 2015, s. 107-127.
Makale:HE Joséluis Jesus, “Protection of foreign ships against piracy and terrorism at sea: legal aspects”, The International Journal of Marine and Coastal Law, Cilt 18, No. 3, 2003, s. 363-400.
Makale: Nina Græger, “European security as practice: EU–NATO communities of practice in the making?”, European Security, Cilt 25, No. 4, 2016, s. 478-501.
Belgesel: Ross Kemp: Ross Kemp In Search of Somali Pirates – Piracy in Somalia, Ross Kemp Extreme World https://www.youtube.com/watch?v=mouABWlY4T8 (Erişim Tarihi: 27 Kasım 2020).
Doç.Dr. Şevket Ovalı, Lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 1996 yılında tamamlamıştır. Yüksek lisans derecesini Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan, doktora derecesini ise Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Anabilim Dalı’ndan alan Doç Dr. Ovalı, 2004’ten bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Bir süre Hollanda Maastricht University College’da lisans ve lisansüstü dersler veren Ovalı’nın başlıca çalışma alanları, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, Türk-Yunan ilişkileri ve Türk-Amerikan ilişkileridir. Doç. Dr. Ovalı, 2010’dan beri Uluslararası İlişkiler Dergisi’nin editörü olarak görev yapmaktadır.