Secopedia

Strateji

Bu İçeriği Paylaşın

Strateji, irade ve akıl sahibi rakiplerin mücadelesi sırasında, aktörlerin bulundukları algı ufkunun ötesinde (Yani henüz bulunmadıkları bir zaman/mekanda) gerçekleşecek bir çatışmanın sonucunu belirleyecek değişkenleri kendi lehlerine manipüle etmesini sağlayan bilim ve sanattır. Askeri ve siyasi anlamda strateji, devletlerin siyasal amaçlarının gerçekleştirilmesi için ihtiyaç duyulan güç unsurlarının oluşturulması ve devletin rakiplerine karşı kullanılmasını içerir. Bu güç unsurları askeri olabileceği gibi, ekonomik, diplomatik, kültürel boyutları da barındıran, realist uluslararası ilişkiler teorisinin babalarından Hans J. Morgenthau’nun deyimi ile “İnsanın insan üzerinde kontrol sağlamasını mümkün kılan herhangi bir şey” olabilir.

Lawrence Freedman’a göre, stratejik davranışın kökenleri insanlık tarihinden eskidir. Gelişkin memelilerin tamamında, insanlarda da görülen şu üç stratejik davranış kalıbını gözlemleyebiliriz:

i) Aldatma, ii) İttifaklar kurma ve iii) Şiddetin amaca yönelik kullanımı. Bu özellikler sadece gelişkin memelilerde değil, yiyecek zincirinin üst tabakalarını işgal eden tüm canlılarda görülmektedir. Zira tüm gelişkin yırtıcılar, optimum avlanma kanununa uyarak beslenme ihtiyacını karşılamak, yani avlanırken elde edeceğinden daha fazla kalori harcamamak durumundadır. Tüm gelişkin sosyal canlılar, yırtıcılardan korunmak ve kendi dar sosyal grubu içindeki konumunu koruyup geliştirmek amaçları ile stratejik davranacak biçimde evirilmiştir. Bu davranış kalıplarının kökeninde ise, genel anlamda saldırganlığın da sebebi olan grup hiyerarşileri, kaynaklara erişim ve neslini devam ettirme amacıyla üreme hakkı elde etmek güdüsü yatmaktadır.

Etimolojik olarak strateji kelimesi, Antik Yunanca’daki Strados (ordu) ve Ago (kullanma) kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşur. Strategia askerlere liderlik eden kişinin, yani komutanın sanatı anlamına gelmektedir. Komutan ya da savaş planlamasını bilen kişilere de Strategos denir.

Stratejinin uluslararası ilişkilerdeki kullanımına dair ilk yazılı metinlere M.Ö. 6 ila 4. Yüzyıllarda Antik Yunan ve Çin uygarlıklarında rastlanmaktadır. Antik Yunan’da Thukydides, dönemin iki süper gücü sayılabilecek Sparta ve Atina arasındaki uzun savaşları anlatan Peloponnessos Savaşları adlı eserinde, savaşın siyasal nedenleri ve bunun askeri sonuçları arasında gözleme dayalı, rasyonel bir ilişki kurmaya çalışır. Ksenophon ise Anabasis-On Binlerin Dönüşü adlı eserinde Pers saltanat mücadelesine katılan Yunan paralı askerlerin bugünkü Kuzey Irak’tan Doğu Anadolu’ya; oradan Trabzon’a ve nihayet İstanbul Boğazı üzerinden Yunanistan’daki evlerine yolculuklarını, bu yolculuk sırasında askeri olarak neleri, neden ve nasıl yapmak zorunda kaldıklarını anlatır.

Antik Çin’de, Geç Bahar ve Sonbahar Çağı (M.Ö. 6. Yüzyıl) olarak anılan dönemde yaşayan ve Wu devletinin kralı Helü’ye hizmet eden bir general olduğu düşünülen Sun Wu (Bilinen adıyla Sun Tzu, yani Sun Usta), Savaş Sanatı adlı eserinde askeri stratejinin temel esaslarını kayda geçirmiştir. Sun Tzu’ya göre savaş, bir an önce sona erdirilmesi gereken tehlikeli, tatsız ve pahalı bir iştir. Bu nedenle iyi bir komutanın görevi, devletin çıkarlarını gerçekleştirirken aldatma, istihbarat ve ittifaklar yoluyla uzun ve yıpratıcı askeri çatışmalara girmeden başarılı olmaktır. Bu fikirleri nedeniyle Sun Tzu, stratejide daha sonra İngiliz strateji düşünürü Liddel Hart’ın verdiği isimle ‘dolaylı tutum’ olarak bilinen ekolün de atası sayılabilir.

Ortaçağda Strateji başlığını taşıyan ve bugün bildiğimiz anlamda stratejiyi konu alan ilk eser, M.S. 6. Yüzyılda Bizans İmparatoru Mauricius tarafından yazıldığı düşünülen Strategikon’dur. Eserin giriş bölümünde belirtildiği üzere, “[K]endisini generalliğe adamış kişiler için talimatlar” niteliği taşıyan Strategikon, daha ziyade Bizans’ın başlıca barbar düşmanlarının kıyafet, teçhizat ve silahları ile onlarla savaşta kullanılması gereken süvari taktiklerine yoğunlaşır.

Strateji teriminin modern anlamda kullanımı, 18. Yüzyıldan itibaren Avrupa literatürüne girmesi ile mümkün olmuştur. Paul Gédéon Joly de Maizeroy, Antik Yunan ve Bizans metinlerini Fransızcaya çevirerek strateji kelimesinin “Komutanın sanatı” anlamında kullanılacak biçimde modern Avrupa literatürüne girmesini sağladı. Fransız Devrimi ve ardından gelen Napolyon Savaşları  döneminde, Avrupa’yı yeniden şekillendiren çatışmaların içinde yer alan Antoine Henri Jomini ve Carl von Clausewitz’in eserlerinde strateji terimi, modern merkezi devletlerin siyasi amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla askeri güç kullanımını tanımlar. Jomini, stratejiyi savaş kararına giden siyasal aşamadan başlayarak büyük birliklerin komutasını da içeren “Büyük Taktik” de dahil birden fazla seviyede tartışır. Stratejinin siyasal seviyesi konusunda Machiavelli’den esinlenen görüşler benimser. Hem siyasal hem de askeri strateji bağlamında temel örneği, Napolyon’dur. Clausewitz’de ise meşhur ifadesi ile “Savaş, siyasetin başka araçlarla devamıdır.” Bu tanımdan yola çıkarak stratejiyi, siyasi otoritenin (Yani devletin) amaçlarını gerçekleştirmek için askeri güç kullanma sanat ve bilimi olarak tanımlayan Clausewitz, stratejide en önemli unsurlar olarak komutanın dehası, friksiyon ve şansı öne çıkartır. Friksiyon, yapılması gereken veya planlanan işlerin önündeki tüm maddi ve manevi engellerin yarattığı sürtünme etkisidir. Deha, komutanın akıl ve sezgi yoluyla durumu kavrama ve onun gereğini doğrultusunda insanları sevk ve idare etme gücüdür. Şans ise “savaşın sisi” yani belirsizlik faktörünün yol açtığı ön görülemezliğin sonuçlarına verilen isimdir.

Alman General ve Strateji Düşünürü Carl von Clausewitz, Kaynak: Getty Images http://t1.gstatic.com/licensed-image?q=tbn:ANd9GcSdSCurZPijllxpfSvT9zvEFihAq5qdd1d__d156B9fltPxmIXgFpEgZjMrVyxB

Prusya’nın ikinci Alman İmparatorluğu’nu kurarken askeri gücünü kağıt üstünde kendisinden daha kuvvetli rakipleri alt etmek için başarıyla kullanması, bu askeri gücün organizasyon şeklinin ve benimsediği ilkelerin popülerleşmesine yol açmıştır. Nitekim 20. Yüzyılın başlarına gelindiğinde Alman askeri ekolü Şili ve Arjantin’den Osmanlı’ya çok sayıda ülkede uygulanmaktadır. Bu ekol, ulusları birbiri ile yaşam alanı ve kaynakları için rekabet halinde organizmalar olarak betimleyen Karl Haushofer gibi jeopolitikçilerin ve Osmanlı askeri modernleşmesinin bu dönemdeki mimarlarından biri olan von der Goltz Paşa’nın topyekün savaş ve “Müsellah Milllet” fikirlerinde ifadesini bulmaktadır. Buna karşın dönemin hegemonik gücü Britanya ve onun takipçisi olacak ABD’nin strateji ekolü ise deniz hakimiyetine dayanmaktadır. Halford MacKinder gibi jeopolitikçilerin ve Alfred Thayer Mahan gibi askeri düşünürlerin başını çektiği bu görüş, Alman ekolünün o dönemdeki en önemli alternatifidir.

Amerikalı Strateji Düşünürü ve “Orta Doğu” teriminin yaratıcısı Amiral Alfred Thayer Mahan Kaynak: Vikipedia https://en.wikipedia.org/wiki/Alfred_Thayer_Mahan#/media/File:Alfred_Thayer_Mahan.jpeg

Almanya, 20. Yüzyılın ilk yarısında strateji düşüncesine ve insanlık tarihinin en kanlı savaşları olan 1. ve 2. Dünya Savaşı’na da damgasını vurmuştur. Bu dönemde strateji genel olarak askeri strateji ile bir tutulmuş, askeri liderlik ile siyasi liderlik içiçe geçmiştir. Aynı durum, askeri stratejiyi gerçekleştiren araçlar, yani ordu için de geçerlidir: 1. ve 2. Dünya Savaşları, vatandaş orduları tarafından girişilmiş topyeküm savaşlardır. Her ikisinde de sivil-asker ayrımı çoğu yerde belirsizleşmiş, sivillere karşı Holokost ile zirveye ulaşan bir vahşet, uygulayıcıları tarafından milli amaçları gerçekleştirecek stratejinin bir gereği olarak sunulmuştur. Sonunda her iki savaşı da deniz hakimiyetine sahip İngiltere ve ABD’nin içinde bulundukları ittifakların kazanmıış, Alman ekolü özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan insanlığa karşı suçlarla bir anılır hale gelmiştir.

Soğuk Savaş sırasında strateji, süper güçlerin karşılıklı silahlanması sonucu oluşan Dehşet Dengesi çerçevesinde ele alınmıştır. Konvansiyonel ordular özellikle Vekalet Savaşları ve Esnek Karşılık Doktrini çerçevesinde önemlerini korumaya devam etse de, Süper Güç rekabetinde belirleyici araç nükleer silahlar, belirleyici stratejik doktrinler de nükleer stratejik doktrinler olmuştur. Nükleer silahların stratejik düşüncenin evrimine en büyük katkısı, Clausewitz’in öngördüğü mutlak savaş ile gerçek savaş arasındaki ayrımı belirsizleştirmesidir: Büyük vatandaş orduları ile girişilen topyekün savaşların aksine nükleer silahların düşmanı tamamen imha etme kapasiteleri çok daha fazla, bunu gerçekleştirme süreleri ise saatlerle sınırlı olacak şekilde kısadır. 1950’lerden itibaren termonükleer silahların  (Hidrojen Bombası) ve kıtalararası balistik füzelerin geliştirilmesi, taraflar için savaş kararına giden siyasi ve diplomatik süreçleri çok daha hassas ve kırılgan hale getirirken, olası bir hatanın sonuçlarını ise insan uygarlığı için varoluşsal bir tehdide dönüştürmüştür. Bu durumun en bariz örneklerinden biri, Ekim 1962 Küba Füze Krizi sırasında yaşanmış, insanlık 13 uzun gün boyunca Küba’ya yerleştirilen Sovyet orta menzilli nükleer füzeleri yüzünden başlayan gerginlik nedeniyle nükleer bir savaşın eşiğinde durmuştur.

Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte nükleer çatışma tehdidi azalırken, bölgesel savaşlar, Terörizm ve başarısız devletlerin yarattığı mülteci akınları gibi güvenlik tehditleri öne çıkarken, strateji literatürü de bu değişimlere uyum göstermiştir. NATO, Soğuk Savaştan kalan stratejik konseptini yeni duruma uygun Roma Stratejik Konsepti ile değiştirirken, Birleşmiş Milletler de Koruma Sorumluluğu (R2P) kavramını geliştirerek hangi hallerde devlet egemenliğinin çiğnenerek uluslararası insani müdahalenin meşru olduğunu belirlemeye çalışmıştır. 11 Eylül 2001 sonrasında strateji çalışmaları bir yandan terörle mücadele, bir yandan da Amerikan Büyük Stratejisi konularına odaklanırken, 2010’lardan itibaren Çin’in ABD’ye bir muadil rakip olarak ortaya çıkması durumu bir kez daha değiştirmiştir. Çin-Rusya ekseninin ABD-AB eksenine karşı dengeleyici bir unsur olarak görülmesi, strateji çalışmalarının bir kez daha devletler-arası büyük güç mücadelesine odaklanmasına yol açmıştır. Bu dönemin belirleyici özelliklerinden biri, Rusya Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov’un Hibrid Savaş olarak tanımladığı, devletlerin birbirlerine karşı konvansiyonel olan ve olmayan güç unsurlarını birlikte kullandıkları, bu nedenle de savaş ve barış halleri arasındaki belirleyici sınırların giderek ortadan kalktığı bir dönem olmasıdır.

Daha fazlası için:

Okuma Önerileri

  • Kitap: Sun Tzu, Savaş Sanatı, Çince aslından çev. Pulat Otkan ve Giray Fidan, İş Bankası Kültür Yayınları, 2014.
  • Kitap: Carl von Clausewitz, Savaş Üzerine, çev. Selma Koçak, Doruk Yayınları, 2015.
  • Kitap: Lawrence Freedman, Strateji,            çev. Belkıs Dişbudak Çorakçı ve Taciser Ulaş Belge, Alfa Yayınları, 2022.
  • Makale: Valery Gerasimov “The Value of Science is in the Foresight: New Challenges Demand Rethinking the Forms and Methods of Carrying out Combat Operations,” Military Review, Jan-Feb. 2016.  
  • Web Sitesi: Thucydides Trap https://www.belfercenter.org/thucydides-trap/overview-thucydides-trap

İzleme Önerileri

  • Film: Midway (2019)
  • Dizi: The Queens Gambit (2020)

Dinleme Önerileri    

Mehmet Ali Tuğtan

Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Ali Tuğtan, 2008 yılından bu yana İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Doktora derecesini 2008 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi programından almıştır. Uzmanlık alanları Türk-Amerikan İlişkileri, Güncel Dünya Politikası ve Güvenlik çalışmalarıdır.

Bu İçeriği Paylaşın
2024 © Global Academy. Tüm hakları saklıdır. Secopedia’da yayımlanan çalışmalarda ifade edilen görüşler yalnızca katkı verenlere aittir ve portal editörleri, yayın kurulu, Global Academy veya UİK tarafından onaylandığı anlamına gelmez.
© Global Academy. All rights reserved. Opinions expressed in works published by Secopedia belong to the contributors and do not imply endorsement by the Global Academy, IRCT, Editorial Board, or the Editors.
2024 © Global Academy. Tüm hakları saklıdır. Designed and developed by brain.work