Secopedia

Kitle İmha Silahları

Öldürme kapasitesi konvansiyonel silahlara oranla çok daha yüksek olan ve kullanılmaları durumunda geniş bir alan ve o alandaki nüfusu ortadan kaldırma kabiliyetine sahip silahlara kitle imha silahları denir. Nükleer, kimyasal, biyolojik silahlar kitle imha silahları olarak kabul edilmektedirler. Bu grup içerisindeki biyolojik ve kimyasal silahların üretilmesi, stoklanması ve kullanılmasının tamamen yasaklanmasına dair bir uluslararası normun […]

Yazıyı Paylaşın

Öldürme kapasitesi konvansiyonel silahlara oranla çok daha yüksek olan ve kullanılmaları durumunda geniş bir alan ve o alandaki nüfusu ortadan kaldırma kabiliyetine sahip silahlara kitle imha silahları denir. Nükleer, kimyasal, biyolojik silahlar kitle imha silahları olarak kabul edilmektedirler. Bu grup içerisindeki biyolojik ve kimyasal silahların üretilmesi, stoklanması ve kullanılmasının tamamen yasaklanmasına dair bir uluslararası normun yerleştiğini söylemek mümkündür. Ancak benzer bir durum nükleer silahlar için henüz geçerli değildir ve bu silahlar hala pek çok devlet için ulusal, bölgesel ve uluslararası güvenliğin teminatı olarak görülmektedirler.

Kitle imha silahları içindeki ilk grup kimyasal silahlardır ve bu silahların geliştirilmeleri 1800’lerin sonlarından itibaren büyük bir atılım yapan kimya endüstrisi sayesinde mümkün olmuştur. Kimyasal silahların savaş tarihinde kayıtlara geçen ilk kullanımı I. Dünya Savaşı sırasındadır. 1915 yılında Belçika’daki müttefik kuvvetlere karşı Almanya tarafından kullanılan kimyasal silahlar sahada beklenen etkiyi yaratmamış, ancak saldığı dehşet ve korku etkisinden çok daha büyük olmuştur. 1930’lu yıllarda Japonya’nın Çin’de, İtalya’nın Habeşistan’da yürüttüğü işgallerde kimyasal silah kullandığı bilinmektedir. İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sırasında ise kimyasal silahların taraflarca kullanıldığına dair kuvvetli bulgular yoktur. Bu silahların 1982 yılında İran-Irak Savaşı sırasında tekrar ortaya çıkmıştır. Savaşta İran’a karşı kimyasal silah kullanan Irak hükümeti bu silahlara 1988’de yılında bir kez daha başvurmuş ve Halepçe Katliamı olarak bilinen bu saldırıda hedef bu kez siviller olmuştur.

Kimyasal silahlar yarattıkları etkiye göre sınıflandırılabilirler. Bunlar sırasıyla solunum sistemini etkileyen boğucu etkiye sahip silahlar, cilt ve gözlerde yakıcı kabartıcı etki yaratan silahlar, Kan hücrelerini doğrudan etkileyerek zehirlenmeye sebep olan silahlar, merkezi sinir sistemini etkileyen silahlardır. Sayılan türlere nazaran öldürücü etkisi olmayan biber gazı ve göz yaşartıcı silahlar gibi kimyasal maddeler de etkisizleştirici adı altında kimyasal silah olarak değerlendirilmektedir. Kimyasal silahların üretilmesi, stoklanması, mevcut stokların imha edilmesi ve kullanılmasının yasaklanmasına dair girişimler içerisinde en kapsamlı olanı 1993 yılında imzaya açılan ve 1997 yılında yürürlüğe giren Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’dir. Halen 193 devletin taraf olduğu sözleşmenin uygulanmasına dair tüm işlemler, merkezi Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü tarafından yürütülmektedir. Örgüt kimyasal silahların yok edilmesi için gösterdiği çabalardan ötürü 2013 Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür.

Kitle İmha Silahları içindeki bir diğer grup, biyolojik silahlardır. Virüs ve bakteriler gibi canlı mikro organizmalar veya toksinler vasıtasıyla kitlesel ölümlere yol açabilecek silahlar bu kategoride değerlendirilmektedir. Etkilerinin öngörülebilir olmaması ve kolaylıkla üretilebilmeleri sebebiyle büyük tehlike arz eden bu silahların terör örgütleri tarafından kullanılabileceğine dair risk analizlerine sıkça rastlanmaktadır. Şarbon ve Ebola gibi kitlesel ölümlere yol açabilecek bakteri ve virüslerin yanı sıra salgın hastalıklara sebep olabilecek virüslerin de laboratuvar ortamlarında üretilebilme imkânı, bu silahları bilhassa terör örgütleri açısından cazip kılmaktadır. Bu tür silahların kullanımına dair en çarpıcı örnek, 2001 yılında Amerikan Posta İdaresi aracılığı ile gönderilen şarbonlu zarflardır. Biyolojik silahların üretilmesi, stoklanması, kullanımının yasaklanması ve mevcut stokların imha edilmesi ile ilgili en kapsamlı girişim 1975 yılında yürürlüğe giren Biyolojik Silahlar Sözleşmesi’dir. Halen 183 devletin taraf olduğu sözleşmenin uygulanmasını izleyecek ve raporlayacak bir örgütün bulunmaması, sözleşmenin en zayıf yönüdür.

Kimyasal ve biyolojik silahların devletler tarafından sıklıkla tercih edilmedikleri ortadadır. Öte yandan bu silahların tamamen yasaklanmaları yönünde uluslararası bir uzlaşının varlığından söz etmek mümkünken benzer bir durum nükleer silahlar için geçerli değildir. İlk kez II. Dünya Savaş’ında Japonya’yı teslim olmaya zorlamak amacıyla Hiroşima ve Nagazaki’ye iki nükleer bomba atılmış ve on binlerce sivil hayatını kaybetmiştir. O tarihten günümüze nükleer silahlar hem etkileri hem de hedefe ulaştırılma yöntemleri açısından büyük gelişme kaydetmişlerdir. İlk kuşak nükleer silahlar atom çekirdeğinin parçalanması yoluyla ortaya çıkan enerjiyi kullanırken ilerleyen dönemlerde bu silahlara iki farklı atom çekirdeğinin birleştirilmesiyle ortaya çıkan enerjiyi kullanan termo nükleer silahlar da eklenmiştir. Yine ilk dönem nükleer silahlar ağır bombardıman uçakları vasıtasıyla hedefe ulaştırılırken, sonraki kuşak nükleer silahlar seyir füzeleri ve balistik füzeler ile de taşınabilir hale gelmişlerdir.

Nükleer silahların kullanılmaları durumunda hedef üzerinde üç önemli etki yarattıkları bilinmektedir. Bunlar sırasıyla patlama ile ortaya çıkan enerji, termal radyasyon ve kalıntı radyasyonudur. Nükleer silahların yıkıcılığı ilk patlama anında ortaya çıkan enerji ile gerçekleşir. Termal radyasyon ise silahın etkinlik derecesine göre belirlenmiş bir alanda patlamayla birlikte ortaya çıkan sıcak dalgası ile ani ve şiddetli yangınlara yol açarken, kalıntı radyasyonu silahın etkin olduğu bölgede insanlar ve doğa üzerinde seneler sonra bile varlığını sürdüren bir etki yaratmaktadır. Uzmanlara göre bu etkilerden en ölümcül olanı patlama anında ortaya çıkan enerjidir. Bu etkilerin dışında nükleer silahların elektromanyetik darbe olarak adlandırılan etkileri de bulunmakta olup, patlama alanından uzak olsa bile çevredeki tüm elektrik altyapı sistemlerinin çökmesi gibi bir sonuç yaratmaktadır.

Nükleer silahlanmanın getirdiği maddi yüklerin yanı sıra nükleer bir savaş olasılığının da giderek artması, Süper Güçleri 1960’ların ikinci yarısından itibaren nükleer silahsızlanma konusunda etkin adımlar atmaya itmiştir. Bu sürecin en önemli ve kapsamlı çıktısı 1968 yılında imzaya açılıp 1970’te yürürlüğe giren Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşmasıdır. Antlaşmanın üç sütunundan ilki nükleer silahların yayılmasının önlenmesini, ikincisi nükleer silahsızlanmayı, üçüncüsü ise nükleer enerjinin barışçıl kullanımını konu almaktadır. Antlaşmanın yürütülmesi ve taraf ülkelerin taahhütlerinin izlenip raporlanması konusundaki yetki ise yine bu antlaşma ile kurulan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na verilmiştir. Halen 190 ülkenin imzacı olduğu antlaşma, nükleer silahlara sahip olan ve olmayan ülkeler arasındaki tek ve en kapsamlı antlaşmadır.   

Daha fazlası için:

Okuma Önerileri:

  • Roman: Sue Townsend, Adrian Mole and the Weapons of Mass Destruction (2004)
  • Bolton, John R. “Beyond the axis of evil: additional threats from weapons of mass destruction.” (2002).
  • Cohn, Carol, and Sara Ruddick. “A feminist ethical perspective on weapons of mass destruction.” Ethics and Weapons of Mass Destruction (2004): 405-35.
  • Gurr, Nadine, and Benjamin Cole. The new face of terrorism: Threats from weapons of mass destruction. London: IB Tauris, 2000.
  • Egeli, Sıtkı. “Ballistic Missile Threat and NATO’s Missile Defense Shield: An Analysis from Turkey’s Perspective”. Uluslararası İlişkiler 10, no. 40 (2014).
  • Egeli, Sıtkı. “Turkey Embarks Upon Ballistic Missiles: Why and How?” Uluslararası İlişkiler 14, no. 56 (2017).

İzleme Önerileri:

Dinleme Önerileri:

  • Faithless – Mass Destruction
Yazıyı Paylaşın
Şevket Ovalı

Doç.Dr. Şevket Ovalı, Lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 1996 yılında tamamlamıştır. Yüksek lisans derecesini Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan, doktora derecesini ise Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Anabilim Dalı’ndan alan Doç Dr. Ovalı, 2004’ten bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Bir süre Hollanda Maastricht University College’da lisans ve lisansüstü dersler veren Ovalı’nın başlıca çalışma alanları, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, Türk-Yunan ilişkileri ve Türk-Amerikan ilişkileridir. Doç. Dr. Ovalı, 2010’dan beri Uluslararası İlişkiler Dergisi’nin editörü olarak görev yapmaktadır.

Infocast Projesi
Geleneksel Olmayan Güvenlik Çalışmaları
2024 © Global Academy. Tüm hakları saklıdır. Secopedia’da yayımlanan çalışmalarda ifade edilen görüşler yalnızca katkı verenlere aittir ve portal editörleri, yayın kurulu, Global Academy veya UİK tarafından onaylandığı anlamına gelmez.
© Global Academy. All rights reserved. Opinions expressed in works published by Secopedia belong to the contributors and do not imply endorsement by the Global Academy, IRCT, Editorial Board, or the Editors.
2024 © Global Academy. Tüm hakları saklıdır. Designed and developed by brain.work