Savaş
Savaş
Yazar: Fulya Aksu
Uluslararası ilişkiler bağlamında savaş, genel olarak devletler veya diğer siyasi birimler arasındaki fiziksel şiddet durumunu ifade etmektedir. Savaşı düşmanı irademizi yerine getirmeye zorlayan şiddet hareketi olarak tanımlayan Carl Von Clausewitz bu anlamda savaşın en klasik tanımlarından birini vermektedir. Savaşın tanımı, kapsamı ve biçimleri yıllar içinde önemli değişiklikler göstermiş ve çeşitlenmiştir. Bu nedenle aslında tarihin en eski olgularından biri olan savaşın sadece tek bir tanımlamayla anlaşılması mümkün değildir. Nitekim farklı teorik yaklaşımlar da savaşlara yönelik farklı açıklama modelleri geliştirmektedirler. Örneğin realist yaklaşım savaşların uluslararası sistemin anarşik yapısının ve devletlerin uzlaşmaz çıkarlarının sonucu olduğunu savunurken, eleştirel teori bu sebebi yine sistemik bir düzeyde ancak özel olarak kapitalist sistemde aramaktadır. Bunun yanı sıra savaşları devlet düzeyinde açıklayan yaklaşımlar ise devletlerin siyasal sistemlerinin onların savaşa ya da barışa yatkın olmaları konusunda belirleyici olduğu görüşünü öne sürmektedirler. Bu bağlamda liberal teori tarafından ortaya konan demokratik barış teorisi demokratik sisteme sahip olan devletlerin birbiriyle savaşmayacakları, genel olarak da savaşı politikalarının bir aracı olarak görmekten uzak oldukları varsayımı üzerine kuruludur.
Modern uluslararası sistemin başlangıcı kabul edilen Westphalia Anlaşmasından yaklaşık olarak 20. yüzyıla kadar olan dönemde savaşların esas olarak devletlerarasında gerçekleştiği kabul ediliyordu. Bu savaşların en sık karşılaşılan nedenini ise çeşitli toprak paylaşımı anlaşmazlıkları oluşturuyordu, ülkelerin topraklarını genişletme girişimleri ise savaşların en yaygın olanıydı. Hıristiyanların Haçlı Seferleri ya da Müslümanların gaza savaşları gibi farklı biçimlerde meşrulaştırılmaya çalışıldıklarında bile savaşlarda esas amaç toprak ya da en azından etki alanı elde etmekti. Nitekim zaman içinde ortaya çıkan sömürge savaşları da dini misyonlarıyla ya da medeniyet götürmek gibi savlarla meşrulaştırılmak istenmiş olsa da amaç sömürge imparatorluklarının topraklarının genişletilmesinden ibaretti. 19. yüzyıldan itibaren yükselen milliyetçilikle birlikte bu savaşlara bağımsızlık savaşları da eşlik etmeye başlamıştır.
Dünya Savaşları dönemine kadar geçerli olan bir takım başka özellikler ve bu özelliklere bağlı kurallardan da söz etmek mümkündür. Örneğin, savaşın savaş ilanıyla başlaması genel bir kuraldı, habersiz saldırılar geçerli değildi. Çatışmalar da seferberlik sonucu bir araya getirilen ordular arasında gerçekleşiyordu. Bu anlamda cephe ile cephe gerisi arasında önemli bir ayrım vardı. Bu ayrımın ortadan kalmaya başlaması savaşlar açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü her ne kadar savaşlardan önemli biçimde etkilenseler de savaşın hedefi olmayan siviller, bu noktadan itibaren savaşların kimi zaman sayısal olarak askeri kayıpları aşan hedefleri haline gelmeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sının Yahudi nüfusa yönelik politikaları sivillere yönelik saldırıların en büyüklerinden biridir. Soykırım suçunun tanımlanması ve uluslararası hukukun kapsamına alınmasına neden olan bu politikalar buna rağmen son bulmayarak savaşların bir parçası olmaya devam etmiştir. Yine İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD tarafından Japonya’ya atılan iki atom bombası da sivilleri hedef alan bir diğer çok büyük çaplı saldırıydı ve cephe ile gerisi arasındaki ayrımın tümüyle ortadan kalkmasına etkisi olduğu kadar konvansiyonel silahlar dışında yeni bir savaş aracı olan nükleer silahların kullanılmasının da ilk örneği olmuştur.
Nükleer silahlar, her ne kadar hiç gerçekleşmemiş olsa da nükleer savaş kavramının bir savaş biçimi ve ihtimali olarak ortaya çıkışını da beraberinde getirmiştir. Nükleer savaş ihtimali Soğuk Savaş döneminde ABD’nin ardından SSCB’nin de nükleer bir güç haline gelmesiyle artmış, ancak bu tür bir savaşın yok ediciliği aynı ihtimalin düşüşüne de yol açmıştır. Bu dönemde iki devlet arasındaki herhangi bir sıcak çatışmanın nükleer savaşa dönüşmesi ihtimali tarafların bundan uzak durmasına, sıcak çatışma yerine soğuk savaş durumunda konumlanmalarına neden olmuştur. Bununla birlikte iki süper güç arasında gerçekleşmeyen sıcak savaş, dünyanın diğer bölgelerinde sıkça yaşanmaya başlanmıştır.
Soğuk Savaş boyunca yaşanan bu çatışmalar, savaşların niteliğinde önemli değişimlere işaret etmektedir. Bu değişimler Soğuk Savaş sonrası dönemde de giderek yerleşmiş ve savaşların ağırlıklı kesimini oluşturmaya başlamıştır. İç savaşların sayıca artması bu değişimlerden biridir. İç savaş yeni bir savaş türü olmamasına rağmen, bu dönemde sayılarındaki artış tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar ön plana çıkmalarına neden olmuştur. Soğuk Savaş dönemi boyunca birbiriyle doğrudan karşı karşıya gelmeyen blokların etki alanlarını korumak ve genişletmek amacıyla savaşan taraflardan birini desteklediği Kore Savaşı, Vietnam Savaşı gibi savaşlar bu tür savaşların en bilinen örnekleridir. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise özellikle etnik ve dini kimlikler etrafında şekillenen savaşlar gerek iç savaş gerekse devletlerarası savaşların en yaygın biçimlerinden biri haline gelmiştir (Bkz. Etnik Çatışma). Böylece aslında savaşların aktörleri de değişmeye başlamıştır. Sadece devletlerin silahlı kuvvetleri değil, gönüllü milisler, gerilla grupları, terörist örgütler gibi çok farklı özellikte aktör savaşlara dahil olurken, cephe ile gerisi arasındaki ayrım tamamen ortadan kalkmış, sivil ölümlerinin sayısı katlanmıştır.
Bin yıllardır devam eden savaş deneyiminin yarattığı yıkımlar nedeniyle, savaşların sonlandırılması arayışı pek çok çalışma alanının en çok ilgilendiği konulardan birisi olmuştur. Her ne kadar bu konuda başarıya ulaşmak mümkün olmamışsa da en azından bu süreçte savaşların düzenlenmesine yönelik bazı kural ve uygulamaların geliştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Haklı Savaş doktrininden başlayarak savaşlara yalnızca kabul edilebilir nedenlerle başvurulması, savaş sırasındaki izin verilen ve yasaklanan uygulamalar ve savaş sonrasına yönelik adımlar konusundaki düzenlemeler savaş hukuku ve bugün de uygulanan pek çok normun temellerinin atılmasına yol açmıştır. Bu kapsamda günümüzde ulaşılan nokta, İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler örgütü anlaşması ile devletlerin uluslararası ilişkilerinde kuvvete başvurmalarının yasaklanması (Madde 2/4) olmuştur. Buna karşılık savaşların değişen yapısının ortaya çıkardığı savaş ekonomisi olgusu, çıkarları savaşların sürekliliğinde bulunan oldukça büyük bir dinamik olarak günden güne büyüyüp güçlenerek savaş karşıtı girişimlerin önünde durmaya devam etmektedir.
Okuma Önerileri
İzleme Önerileri:
Dinleme Önerileri
Web Sitesi
Görüntülenme Sayısı: 976